Zirkonyum, İlk Çıkış, Kış/Yeni rota
Serkan Ertem cumartesi, gün içinde aramış ama bana ulaşamamıştı; Uludağ’daydı. Ben aradığımda gene konuşamadık. Yol için hazırlanmaya başlamıştık, Emre Altoparlak, ben, Bekir Erdoğan ve Mustafa Yeşildal. Amaç: Uludağ’da kış sezonu biterken “Keşiş Tepe” Kuzey çanağında Miks/Karma tırmanışlar yapmaktı. Sabahın kör saatlerinde Emre’nin arabasıyla yola çıkıp günübirlik tırmanacaktık. Haftalardır yağışlar vardı; bu tip tırmanışların baş belası! Kar yüklü kaya yüzleri işi kesin tatsızlaştırırdı.
Nihayet gece konuştuk Serkan’la, yola çıkmadan; bir derdim de koşulları öğrenmekti.
Kötü haber: Evet, çıkmışlardı; geçen kış sezonu Nihat Konca ile dibine gidip, buzun kalitesinden dolayı giremediğim, bir yıldır aklımda kalan, deli gibi üzerinde olmak istediğim tek rota…
Elden gitmişti! Güçlü Özen’le beraber ekmeği yemişlerdi. Göstermez olaydım o hattı Serkan’a. Gösterirsin ve rotanın dibine geldiğinde üflenmiştir! Her dağcı gibi gönlümü kaptırdığım rotanın ilk çıkışının yapılması dağlamıştı ciğerimi; eksik moral o geceyi ve yolculuğu esir aldı.
Sabah sıfır dört otuzda yollandık “Yeşil Bursa”ya. Tabii yolda camlara çarpa çarpa uyuklayarak; herkeste üç saatlik uyku; sanatçıyız ya!
Serkan ve Güçlü, yanlarına vardığımızda “Kar Çukuru”nda pilavı kaşıklamanın huzuruyla çay-kahve, yemek-çay- dinlenme pozisyonundaydılar.
Emre ile tırmanış için kafamdaki plan geçen yıl kıl payı dibinden dönüp “Darbeci General”i*çıktığım bu rotaydı… Bu muhteşem doğal hat! O halde direksiyonu, çıkılmış rotaya değil de yeni bir hatta çevirecektik. Tabii koşulları değerlendirerek…
-Serkan kahve var mı?
Yükü indirerek çömdük, Serkan ve Güçlü’nün mutlu-huzurlu bir gece geçirdikleri çadırın önüne!
Kahveyi yudumlarken:
-Eee Serkan, ne var ne çok?
Durum şu ki rota çıkılmamış. Şapkam havalarda! Çıktıkları rota çanağın sağındaki başka bir hatmış (Paçoz rotası-İlk Kış Çıkışı).Yanlış anlamışım Serkan’ ı.
-Güzel!
Hararetle hazırlandım, hedefe direk! Mustafa kendi planladığı tırmanışları yapacak biz de rotayı etüt etmeye, uygunsa da çıkmaya dibine, çanağın soluna…
Geçen sene ki kocaman buz sütunu ortada yoktu; eğer “Miks” tırmanış varsa önümüzde duruyordu: Kar-buz ve kaya! İrtifadan ibaret dağcılığın çöpe atılabileceği gerçek bir meydan okuma! Yalnızca iki binlik irtifada, kışın tırmanılacak yeni bir tırmanış rotası, yüz metrelik bir cehennem!
Zor tırmanışlar santim santim olur ya… Duvarlara çarpan teknik malzemeler ve iple birlikte vücudumun sarsılarak yükselmesi böyle gerçekleşti. Geri dönmek-dönmemek; cesaret-tutku ikileminin yüreğimi tokatlaması eşliğinde…
Bu sertlikten uzak durmak, bir yerden sıvışmak, kaçmak mümkün mü? Çoğu insanın yaptığı gibi…
Boğaziçi, düzenli mangal, her seferinde eve sağlıklı ve yağlanarak dönülen, hır-gürün eksik olmadığı hatta bundan beslenen bir karı koca ilişkisi; bunu parlatabilecek, bu şamataya katılacak bir çocuk ve… Ah... Para… Rutin, verili hayat. Babaanne’ nin yıllar süren eziyetine son bir darbe? İşte oldu: ben de aranızdayım! Tırmanışsa tırmanış, dağcılıksa dağcılık! Renkli mağazalardan alınan son model teknik malzemeler ve kıyafetlerle; tıpkı “Batı”daki gibi, aynı biçimle.
Ya bu ya diğeri, benliğimi uğuldatan buydu…
Ama hangisi?
Bir kez daha: Zirkonyum! Nükleer element.
Tırmanış, baştan sona:
Tanrım altıma patlatmak üzereyim. Çok zorluyorum. Yükselmek için ne kazma, ne çıplak el… İkisi de olmuyor, ancak ikisi bir arada. Buz gibi gölgede korkunç bir soğuğun içindeyiz; rüzgâr sürekli, eller kar-buz suyuyla ıslak. Taktığım tüm ara emniyetler birbirinden eksik. Ellere frozbit çalışıyor, odunlaşıyor hissetmem gereken tutamaklarda. Dengemi zor sağlıyorum.
Kara ulaştığımda, rüya gibi geçen tırmanışın sonunda yalnızca onuncu metredeydim; sen hesab et!
Bekir, şükür çıkabilmiş Emre’nin yanına, “Rimaye”nin üzerine, istasyona. Adamlar dondu, belki kırk dakika oldu.
Attığım takoz çürük, yetersiz ve ben yaşantımda ilk defa acıdan, soğuktan bayılmak üzereyim. Ne yapmam gerekiyor, bu durumdan kurtulmak için? Ağlamak? Derinlerde bu, imkânsız! Bitmiş kollarımı sallamak, spor tırmanışta olduğu gibi? Nafile. Kollar, morgdaki ceset misali soğuktan uyuşmuş. Sanırım oksijenden ziyade kanlanma gerekli. Derin nefes alıyorum sürekli, bu da olmuyor. Zaman geçiyor.
Rutin böylesine bozulmamıştı. Adamlar altta, kutupta ve donuyor. İp al, ip ver, istasyondayım, gel. Yok!
Bu sabır, bu sessizlik!.. Sanırım en iyisini yapıyorlar; bekliyorlar. Perişan durumda buna saygı duyacak halde bile değilim. Sadece aklımı toparlamaya çalışıyorum, mücadelem bu. Yuvarlanmak ve çarpa çarpa ölmemek için de gerekli olan bu.
Yeşildal rotasını tırmanmış ve altımızda bitiyor; sefaletimi gözleyip tebrik de ederek; onuncu metreyi!
Gene de meraklanmasınlar diye arada geveliyorum aşağıya. Bayılmak üzereyim, nabzım gidiyor. Zor bir tırmanış pozisyonunda karın, buzun ve kayanın bitişiğinde daha da donarak yalnızca bekliyorum. Bir tuvalet yapabilsem; bu da imkânsız, duvar üzerindeyim.
Sadece zamanın geçmesiymiş gerekli olan. Düşmek üzereyken taktığım ikinci bir takozla askı istasyon pozisyonunda dinlenmeye, toparlamaya çalışıyorum. Bekle, bekle!
Alttan imkânsız zorlukta gözüken üst pasaj, daha hazır olduğum için, kafamdaki uğultunun da azalmasıyla, donmuş parmak uçlarımla tırmanarak ikinci kar alanına ulaşmamla bitti. İkinci kez düşme sınırında, ara emniyet takamayınca, kazmamın ucu öyle güzel girdi ki derin kaya çatlağına, klibi ona yaparak yükseldim. İngiliz stayla! Tek kazma tek pençe devam.
Nihayet ilk istasyon. Her şey bitti, tüm zorluk, o beni bitme sınırına getiren cehennem altımda kaldı. Bir sürpriz olmazsa, önümde kar-buz-kaya yükselen dik etaba rağmen sırta ulaşırım. Emre ve Bekir artçı olmalarına rağmen adeta yaşadıklarımı tekrar ediyorlar. Soğuğun, ellerdeki donmanın, sonsuz beklemenin, tabi ki tırmanışın zorluğunun tokatlarıyla…
Güzel!
Zirkonyum: İki ip boyu, zor rotaların en zoru, 18 Mart 2012, Uludağ, Keşiş Tepe Kuzey Çanağı. Doğan Palut, Emre Altoparlak, Bekir Erdoğan.
Doğan Palut
İletişim: doganpalut at mynet com